17 Haziran 2015 Çarşamba

Sessizlikteki Ses

   Daha sonra yapayalnız kaldım, kimsesiz ve çaresiz. Bir süre sonra ise sessizliğin içinde derin bir ses geldi, sağır oldum. ''Yanız değilsin'' dedi ama o bile bu söylediğine inanmıyordu. Yalnızdım.
    Elimden tuttu, çıkardı beni mağaramdan. Yalvardım kendisine ''çıkarma beni'' diye alışamam dışarıya, ben dışarının adamı değilim hatta ben adam da değilim, eğer çıkarsam mağaramdan ve beni bırakıp gidersen mağarama geri dönemem, yüzüm olmaz buna. Ama beni dinlemedi çıkardı dışarıya
    Yalnızlık ve mağarayla aramı açtı. En sonunda ise korktuğum başıma geldi, beni bırakıp gitti. Geçmişte olanların intikamını almak için bana seslenmiş o sessizliğin içindeki ses. Şimdi araftayım, ne ölebiliyorum ne de gidebiliyorum. Mağarama da dönemiyorum çünkü artık mağaram bile beni istemiyor ona ihanet ettiğimi düşünüyor. 
     Peki ya bana ihanet edenler, bunların hesabını kim soracak? Kimse. Yine her zaman olduğu gibi yenildim sanki yenilmek için varım, belki de yokum. 
     Sanırım bu savda haklıyım. ''Ben zaten her zaman haklıyımdır ama yine de hep kaybederim.'' Bu cümle buraya uymadı, sanki biraz fazla yersiz ve gereksiz. Ama olsun yine de silmeyeceğim çünkü 'o ses' bu cümleye güzel demişti. Artık bu cümle benim için dünyanın en güzel, en önemli, en anlamlı cümlesi. 
     Oysa ki ondan çok bir şey beklememiştim. Hatta sevgime karşılık bile beklememiştim sadece ama sadece yanımda olmasını istemiştim. Ama çok gördü bunu bana, bir yandan o da haklıydı bir hiçe onun gibi biri fazlaydı hatta çok fazla.

19 Mart 2015 Perşembe

KARANLIĞIM

                                                        
     Karanlık bir gecenin, karanlık bir vaktinde göz kapaklarım hafiften aralanıyor. Etrafımda  bulunan karanlık; her yeri çoktan egemenliği altına  almış. Bunu anlayınca içime dönüyorum, içim daha da karanlık.  Uyanır uyanmaz, benimle beraber uyanan ‘’onsuz nasıl yaşayacağım’’ düşüncesi ilk defa bugün biraz geç uyandı, bugün ilk olarak karanlığı düşündüm. Sanırım bu düşünce de benim gibi alışmışlık ve alışılmışlık kavramına karşı.

     Elim telefonumu arıyor, yine her zaman olduğu gibi ilk yatağı yoklayışımda bulamıyorum hatta ikincisinde de bulamıyorum. Halbuki genelde uyumadan önce, yatağımın sol köşesine bırakırım. Ve nihayet bulabildim. Saat 04.35, aman Allah’ım ne mükemmel bir saat hep bu saatte uyanmak istemişimdir. Yalan. Benim istediğim hiçbir şey olmaz. Bu saatte uyanmak istemedim –hatta hiç uyanmak istemiyorum- eğer isteseydim zaten uyanamazdım.

     Bazen kendime şaşıyorum; uyandığımda ilk olarak istisnasız bir şekilde nasıl onu düşünebiliyorum. Beni bu üstün yeteneğimden dolayı kutlamaları gerek. Kim? Bu işte bu derece başarılı olduğumu kim biliyor ki? Kimse. Bu, hayatta övünebileceğim tek başarım. Belki insanlara övünülecek bir eylem gibi gelmeyebilir ama benim için öyle, zaten insanlar kimin umurunda ki? Yaşadığımı ve duygularımın olduğunu fark ettiğim nadir lahzalardan biri.

     Ev soğuk, yatakta büzülüyorum. Yine ‘’onsuz yaşamak’’ düşüncesi kör bir bıçak gibi beynime saplanıyor. Onsuz yaşamak mı? Bunu bugüne kadar nasıl da fark edemedim. Hep ‘’onsuz yaşamayı’’ düşünmüşüm ‘’onsuz yaşayamamayı’’ değil. Kendimden ve sevgimden utanıyorum. Sanırım dilemmaya düştüm. Bu da sevgimin sahte ve değersiz olduğunun en büyük kanıtı, hakim bey suçluyum işte buyurun bu da suçumun kanıtı, aslında onu sevmiyormuşum.  Yalan. Zaten hep yalan söylerim ama sadece kendime. Diğer insanlarla konuşma ihtimalim olsaydı belki onlara da söylerdim.

     Kalbimin acıya alıştığı gibi, gözlerim de yavaş yavaş karanlığa alışıyor. Kapının arkasında asılı duran takvim gözlerime ilişiyor. Böylece aklıma gelen ilk düşünce ‘’acaba bugün, günlerden ne?’’ sorusu oluyor. Onsuz geçen bir günün isminin ne önemi var ki ? Yine kendime yenildim. Düşüncelerden kurtulup eşyaya yoğunlaşmak istedim ama olmadı. Onun dışında hiçbir şey düşünemiyorum. Onunla varım, onsuz yaşamak düşüncesiyle yok oluyorum.

     Bedenim de paramparça bir yalnızlık var, ne yana dönsem parçalanmış cam taneleri gibi kalbimi parçalıyor. Karanlık olan geçmişim kadar, karanlık bir gelecek beni bekliyor. Daha doğrusu parçalanan kalbim bunu gösteriyor. Onu çok düşünüyorum, düşünmeye biraz ara vermem lazım. Belki etrafımda olan bir şeyi düşünerek onu düşünmeyi azaltabilirim.

     Bir eşya bulabilmek için etrafıma bakıyorum ama ne yazık ki etrafımda karanlıktan başka bir şey yok. ‘’Hemen ümitsizliğe kapılmamam lazım, o halde bende karanlığın evrelerini sayarım.’’ Diye kendime ümit aşılıyorum. Kendimce karanlığın evrelerini saymaya başlıyorum; ‘’ Az karanlık, gri karanlık, koyu karanlık, kapkaranlık ve ben’’

     Nefes alış veriş hızım mütemadiyen artıyor. Ekseriyetle bu bayılma zamanımın geldiğinin en büyük belirtisidir. Sahiden; çok düşünmekten kaynaklanan hafif baygınlık nöbetleri geçirdiğimi nasıl da unutmuşum. Bugün az düşünmüşüm demek ki sıra; ‘’baygınlık nöbetleri’’ geçirdiği hatırlamama gelmemiş. Ya da artık eskisi kadar bu nöbetlere karşı koyamıyorum, güçsüzleştim.

     Rüzgarın dinmesinden sonra gökte uçan bir uçurtmanın yavaşça yere doğru alçalması gibi; gözlerim bana fark ettirmeden kapanıyor. Benim hiç uçurtmam olmadı, uçurtmamın olmasını da çok istemiştim. Dedim ya benim istediğim hiçbir şey olmaz, sahip olduğum her şey sahip olmayı hiçbir zaman istemediğim şeylerdir. Gözlerim kapanırken son gördüğüm şey, ilk gördüğüm şey olan ve hep gördüğüm şey olan ‘’KARANLIK’’.

  
   Karanlığımla kararıyorum, yalnızlığımla parçalanıyorum.

6 Mart 2015 Cuma

OĞUZ ATAY'A İTHAFEN

Duvardaki belli belirsiz izlere bakıp düşündü. ”Niye vardım diye ?”Sadece kendisinin duyabileceği bir sesle mırıldandı: ”Kendi kendimin canını sıkmak için var olamazdım herhalde?
Ya onun için varsam belki de hiçbir zaman var olmamıştım hep yoktum ! Gerçekten var mıydık ? Bir zamanlar …  Ama şimdi yokuz. Belki bir zamanlar da yoktuk sadece var olduğumuzu sanıyorduk. Sanmak ne garip kelime ! İçinde hem varı hem de yoku barındırıyor.
Peki ya beni ! Beni de böyle barındıracak bir kelime, bir cümle, bir paragraf, bir kitap, bir insan veya bir eşya var mıydı acaba ? Sanmıyorum ben bile kendimde barındırmadım kendimi onlar niye barındırsınlar ki ?İnsanın kendi kendini barındırmaması ne garip bir cümle ! Hem içinde kendin varken hem de içinde kendin yok.
”Sanırım ben” dedi. ”Bende tutunamadım ” Bunu söylerken aklına Oğuz Atay geldi ve şöyle devam etti :  ”Belki bir Oğuz Atay değildik ama bizde tutunamadık !” dedi ve düşünceler deryasında kayboldu.
                

KARMAKARIŞIĞIM



Kalabalıkta yalnızlaşıyorum
Yalnızlaştıkça kalabalıklaşıyorum
Kalabalıklaştıkça düşünüyorum
Düşündükçe düşlüyorum
Düşledikçe düşüyorum

Düştükçe kalkıyorum
Kalktıkça düşürülüyorum
Düşürüldükçe dönüşüyorum
Dönüştükçe düşündürüyorum
Düşündürdükçe ölüyorum

Öldükçe yaşıyorum
Yaşadıkça deliriyorum
Delirdikçe yazıyorum
Yazdıkça siliyorum
Sildikçe siliniyorum


IMMANUEL KANT VE DÜŞÜNME ÜZERİNE


        Immanuel Kant ‘’kritisizm’’ yani eleştiricilik görüşünü sistemli bir şekilde ortaya atan ilk filozoftur. Kant’a göre bir bilgiyi elde edebilmek için; ‘’Duyumlar, akıl ve idrak’’ gereklidir ve yine Kant ‘’İnsan bilgiyi önce hisseder sonra kavrar daha sonra da düşünür’’  demiştir.  Maddeciler ve Düşünceciler arasındaki uçurumu ortak bir yol bularak sonlandırmıştır.  Maddeciler ve düşüncecilerin görüşlerinin tek başına bir şey ifade etmediğini, ikisi bir arada olunca bilginin elde edilebileceğini, biri olmadan diğerinin değersiz olduğunu savunmuştur. Kant aklın tek başına yetersizliğini, akılla mutlak doğrunun bilinemeyeceğini söyleyerek rasyonalistlere ağır eleştirilerde bulunmuştur. Kant düşünmeye çok önem verir.
        
‘’Düşünmek yargılamaktır’’  sözü Kant’ın en sevdiğim aforizmasıdır. Tam günümüzde ihtiyacımız olan düşüncedir. Çok az düşünüyoruz,  bu uğurda feda edilmesi gereken ne varsa hiç çekinmeden feda edip düş(ün)meliyiz. Düşünsenize düşünemiyoruz ne kadar korkunç değil mi ? Düşünme yeteneğimizi kaybetmeden düşünmeye başlamalıyız, zaten kaybettikten sonra neden kaybettiğimizi bile düşünemeyiz. Azizim vakit çok geç olmadan düşünmeliyiz. Mesela ilk olarak bugüne kadar niye hiç düşünmediğimizi düşünebiliriz. Bunu sevmediyseniz niye düşünmemiz gerektiğini düşünmekle de başlayabiliriz. Düşünmek düşmenin olmadığı tek düştür.
        
Olmak yada olmamak bütün mesele bu değil kandırmışlar bizi yüzyıllardır. Bütün mesele düşünmek yada düşünmemek. Düşünmedikten sonra var olmanın ne anlamı var ki ? Elimizden düşünme yeteneğimizi alarak; ekseriyetle ‘’İtaat et rahat et’’ anlayışını bize benimsettiler. Düşünme yeteneğimize yeniden kavuştuğumuzda aslında mecbur olduğumuzu sanarak yaptığımız hiçbir şeye mecbur olmadığımızı anlayacağız. Mecburiyet diye bir şey yoktur düşünmemek diye bir şey vardır. İlk başta yerimize düşündüler sonra düşünmeyi unutturdular bize ki; onların düşündüğü kadar var olalım diye. ‘’Düşünüyorum öyleyse varım’’ demiş Descartes , o halde var olmak için düşünmeye başlamalıyız. ‘’İtaat et; rahat et’’ anlayışının yerine ‘’sorgula; yaşadığını fark et’’ ilkesini benimsemeliyiz. Düşünüp, sorgulayıp ve yargılamanız  dileğiyle … 

4 Mart 2015 Çarşamba

YOKLUĞUNA BAĞIŞIKLIK KAZANAMADIM

Uyuyamıyorum doktor uyuyamıyorum, anlıyor musun uyuyamıyorum ! Saat sabahın dördünü görmedikçe gözlerim uykuyu görmüyor doktor !

Artık verdiğin uyku hapları da işe yaramıyor. Onlara bağışıklık kazandım her şeyin varlığına yada yokluğuna bağışıklık kazanmışken  onun yokluğuna bağışıklık kazanamadım.

Düşüncelerimden çıkmıyor, anlıyor musun çıkmıyor ? O düşüncelerimden çıkmadan ben nasıl uyuyabilirim, onu orada nasıl yalnız bırakabilirim söylesene nasıl ?

Onu çok düşündüğümü söylüyorsun, insan yaşama sebebini düşünmez mi doktor ?
Onu düşünmeyi bıraktığımda düşünecek hiçbir şeyin kalmayacağını anlamıyorsun. Hayatta olduğumu düşünmemi sağlayan sebebimi elimden almak istiyorsun.

Doktor, Oğuz Atay'ın da  dediği gibi '' Beni anlamıyorsun zararı yok daha beni kimler anlamadı''

YAŞAM İLE ÖLÜM ARASINDAKİ İNCE AŞK

Yalnızdı, bir o kadar da kimsesiz. Herkes kendisini bir bir terk etmişti. Yalnızlaştıkça kalabalıklaşıyordu. Tek başına kalmanın keyfini çıkarmakla meşguldü, belki de yalnız olduğunun farkında bile değildi. Mutlu zannediyordu kendisini ve de kimseye ihyacı olmadığını; halbuki öyle değildi. Her şeyin sonunun olduğu gibi bu sanrının da sonu gelmişti. Ah bu sonlar ! Yeni üniversiteyi kazanmıştı. Herkesin öve öve bitiremediği, bir gitsek de rahatlasak gibi zırvalıkların üzerine söylendiği mekandı, bu üniversite dedikleri yer. O farklıydı, hiç merak etmemişti üniversiteyi zaten daha önce de hiç görmemişti. Okullar açılalı bir hafta olmasına rağmen hala derse girmemişti. İkinci hafta ise mecburen derse gitmek zorunda kaldı çünkü idareciler ve akademisyenler öğrencileri  mutlak hakimiyeti altına almak ve kendilerinin öğrenciden daha üstün olduğunu belirtmek amacıyla ‘devamsızlık’ denen saçma bir kural icat etmişlerdi.  İlk başta devamsızlığın olmasına anlam veremedi lakin çok sonraları anladı.
Üniversiteye gitmek için artık hazırdı, düşüncelerini yanına  alarak yola koyuldu. Yolda giderken tanışmak zorunda kalacağı yeni sınıf arkadaşları aklına geldi ve ‘’Acaba nasıl insanlarla tanışacağım, bunlar da eskiden tanıdığım insanlar gibi pragmatik felsefeyi  benimsemişler midir acaba ?’’ diye düşündü. Daha önce tanıdığı hemen hemen bütün insanlar kendi emelleri ve çıkarları için insanları kullanmayı mazur görmüşlerdi. Zaten bunu öğrendiğinden beri insanlardan nefret ediyordu. Üniversiteye girerken güvenlik görevlisi öğrenci kimliğini göstermesini istedi. Fakat o böyle bu uygulamadan haberi olmadığını ve daha yeni üniversiteye geldiğini söyledi. Güvenlik görevlisinin pis bakışları altında üniversite kapısından içeri girdi.
Güvenlik görevlisinin kendisiyle ilgilendiğini anladığında sevinmişti hatta güvenlik görevlisine teşekkür etmeyi düşündü çünkü ilgiye muhtaçtı havaya, suya, ekmeğe muhtaç olduğu gibi. Ama sonra vazgeçti zaten hangi düşünceyi düşünse hemen düşündüğü düşünceyi öldürmeye çalışırdı çünkü Ona öyle öğretilmişti. Ve o da böyle  yaparmış gibi yapardı. Ama sadece yaparmış gibi daha fazlası değil, öldürmezdi düşünceyi çünkü onun felsefesinde bir düşünceyi öldürmek bir insanı öldürmekle eşdeğerdi. Düşüncelerini kimse ile paylaşmazdı çünkü düşüncelerini karşı tarafa söylediğinde kendini ele vermiş olacaktı. Kimseye bir şey anlatmamayı  öyle benimsemişti ki ; kendisine bile anlatmıyordu. Kendisine anlatmamasının başka bir sebebi ise; içinde yaşadığı toplumun kendi kendine konuşan kişileri deli diye nitelendirmesiydi. O topluma mensup olan diğer bireyler gibi uymak zorunda olduğu için uyuyordu bu kurallara. Uymadığı zaman ise hemen toplum tarafından anormal damgasını yiyeceğini biliyordu.
Sahiden nedir bu normal dedikleri şey? Çoğu sosyoloji kitabına göre; ‘’İnsanın fıtratına uygun olan her eylem’’ diye tanımlanıyordu. Fakat O bu önermeyi kabul etmiyor hatta inanmıyordu. Ona göre normal; norm kelimesinden türemişti, norm kural demek olduğuna göre normalde birilerinin koyduğu kurallar olmalıydı. Kural koydukları yetmiyormuş gibi bir de bütün insanlardan bu kurallara riayet edilmesini bekliyorlardı. Bu Ona saçma geliyordu çünkü o kurallar konulurken kendisi orada yoktu, kendisine sorulmadan konulan bu kurallara uyulması nasıl beklenirdi kendisinden.
Konuşmak istediği zaman lafı hiç eveleyip gevelemeden söylerdi. Bu yaptığı eylem de toplumun hoşuna gitmiyordu, sanki toplumun aksine bilerek yaratılmıştı. Toplum insanın yapmacıklaşmasını   ve kuralların sorgulanmamasını istiyordu. Hatta’’ her doğru her yerde söylenmez’’ diye de saçma bir tane söz uydurmuşlardı. Ama o farklıydı toplumda hiçbir zaman etkin rol almadı bu sistemin çarklarının dönmesinde oluşturulmuş düzene destek vermedi. Kendisine gelen bütün teklifleri hiç düşünmeden reddetti.
Bugüne kadar ne hemcinslerinden birini ne de karşı cinsten birini sevmişti. Zaten buna hiçbir zaman da gerek duymamıştı çünkü kendi sınırlarına sığmayan, kendisini sevmeyen biri nasıl olur da başka birini sevip de mutlu olabilirdi ki? Kendisine sorarsanız birine aşık olmaya ihtimal bile vermezdi. Aşka da inanmazdı zaten. O böyle düşünürken kader ağlarını örüp Ona bir oyun hazırlıyordu.
Sınıfı bulup içeri girecekti ki; ‘’acaba kapıyı çalıyorlar mı bu üniversite dedikleri yerde?’’ diye bir şey  aklına takıldı yine de nezaket olsun diye kapıyı çaldı içeri girdi. Kimse kimseyi tanımıyordu ve herkes birbiriyle konuşmaya çekiniyordu. Arada samimiyet namına bir nebze bile olsa bir şey yoktu. O bu manzarayı çok severdi ayrıca insanların gereğinden fazla samimi olmasını samimiyetsizlik ve saçma bulurdu.
Öğretmen derse başlamıştı bile; öğrencileri uyması gereken kurallara uyması için uyarıyordu aksi halde olacakları söyleyerek öğrencileri tehdit ediyordu. Tabi hoca bunu yaparken sokak jargonunun yerine entelektüel bir tavır takınıyordu. Entelektüel tavır takınmasının sebebi yaptığının tehdit olduğunun fark edilmemesi içindi.  Sıkıldı. Hoca durmak bilmeyen konuşmasını devam ettiriyordu. Yan tarafına baktı. Orada güzel gözlü bir kız dudağını hafif ısırarak gülümsüyordu. Daha önce hiç yaşamadığı bir his içinde belirdi. Kız gülümsediğinde yüzünde sanki cennet çiçekleri açıyordu. Aşık olmuştu. Birkaç gün düşündükten sonra kıza bu hislerini hiç açmamaya karar kıldı. Her gün onu görmek için okula gidiyordu. Bir süre böyle devam etti fakat kızı her gördüğünde denizi gören yağmurun hırçınlaşması gibi hırçınlaşıyordu bu his. İlk defa aşık oluyordu böyle durumlarda ne yapılacağını bilmiyordu. Ardan bir yıldan fazla bir süre geçmişti ama o söylememeye kararlıydı. Fakat bir gün kızı rüyasında gördü  daha fazla dayanamayacağını anladı ve kıza söylemeye karar verdi.
Kızın karşılık vermeyeceğini bildiği halde kıza söyleyecekti kendisini sevdiğini ancak söylemek dindirebilirdi bu içindeki fırtınaları. Kıza her şeyi olduğu gibi anlattı ve tam beklediği gibi olmuştu. Kız başkasını sevdiğini söyledi. Fakat o bunu kabul edemedi, inanamadı buna. Sevdiği kız başkasına aşık olamazdı, hatta kimseye aşık olamazdı çünkü o farklıydı. Çünkü kendisi onu sevmişti, onun sevdiği biri başkasını sevemezdi. Böylelikle aşk; Aşka inanmanın cezasını karşılıksız aşkı  Ona yaşatarak vermişti.  Ah aşk sen nelere kadirsin ! Bundan sonra ne yapacağını bilemiyordu. Aklına gelen ilk çözüm okulu bırakmak oldu çünkü bir daha sevdiği kızın yüzüne bakamazdı, utangaçtı. O böyleydi herkes gibi değildi sevdi mi tam severdi. Yattı mı bir yatağa hakkını verir  Onu düşünmenin.  Özledi mi kalbinin sahibini anlardı  ölüm vakti geldiğinin. Ama okulu bırakırsa hem ailesini  diğer insanlara karşı utandırmış olacaktı hem de ailesinin bir daha yüzüne bakamayacaktı.

Düşünceler içinde boğulurken gecenin zifiri karanlığı kadar keskin bir düşünce kafasında belirdi. Diğer düşüncelere göre mantığa en uygunu buydu. ‘’Yapamam bunu’’ dedi. Gerçekten de yapamazdı çünkü mütedeyyin olmasa da inançlı biriydi. Bu yüzden intihar edemezdi. Bir çıkış yolu dışında hiçbir çıkış yolu yoktu bu durumdan tıpkı hayatta olduğu gibi. Ama o intihar etmeyecekti çünkü o farklıydı. Gecenin bir vakti dışarıya çıktı ve bir daha da kendisinden hiçbir  haber alınamadı. En son deniz kenarında görülmüştü tanıklara göre. Denizi çok severdi, belki de çok sevdiği denizin kollarında can vermiştir.

BERTHA'YA MEKTUPLAR


      Sevgili Bertha bu satırları kalbimin derinliklerinden yazıyorum size. Bu satırlar elinize geçtiğinde ben her zaman olduğu gibi;  ‘’herkese  ışıklar saçan beni ise karanlığa sürükleyen gözlerinizi’’ düşünmekle meşgul olacağım.

     Öylece gidiyorsunuz hiç arkanıza  bakmadan, ardınızdan  cennetten kovulmuş iblis gibi kalıyorum. Sahi cennetinizden kovulmak gibi bir cezayı hak edecek kadar   nasıl büyük  bir günah  işlemiş olabilirim? Suçum  size hiç sormadan sizi kalbime hapsetmem mi  yoksa ? Eğer öyle ise şunu söylemek istiyorum size; etrafımda sizin dışınızdakilerin hiçbir  değerinin  olmadığını öğreten  ve sizi kalbime hapseden o gözlerinizi tekrar görebilmek için her şeyi yaparım. Şimdi bende sizin cennetinizin  iblisi mi oluyorum ?

     Ah sevgili Bertha ! Cennetinizden kovulmak ne büyük bir şansızlık!  Gitme diye bağırmak geliyor içimden. Ama diyemem ki, bağıramam ki … O kadar cesaretim yok korkağın tekiyim. İntihara kalkışacak kadar cesaret bulabiliyorken, size gitme diye cesaret bulamamak  intihar etmekten bile daha saçma bir şey.    

      Bazen arkada bıraktığınıza dönün  ve bir bakın. Sizsizliğin ve sessizliğin bataklığında size uzatılan bu eli fark etmediğiniz için; gittikçe ölüme daha da yaklaşan  aciz insanı göreceksiniz.  Tüm gece sizi düşünürken gözlerimden kalbime düşen gözyaşları nihayet kurudu. Bunu kutlayacağım, kutlama şeklim ise yine sizi düşünerek gözyaşı dökmek olacak.

      Bazen ansızın aklıma geliyorsunuz -bazen dediğime bakmayın siz, gözünüzde daha fazla küçülmemek için öyle diyorum sizi her saniye ve her zerrem İle düşünüyorum-  nefes alamıyorum, zamansız kalbime saplanmış bir bıçak gibi acıtıyor yüreğimi. Kalbimde her ne var ise ağzıma kadar geliyor. Artık olmayışınıza dayanamıyorum, siz olmadan kendimi yaşıyormuş gibi göstermeye takatim kalmadı. Sizi görmediğim zamanları yaşadım saymıyorum.


    Tavan arasında kimsenin öldüğünü görmediği bir ceset gibiyim. Herkes beni yaşıyor biliyor ama yaşamadığımı sadece ben  ve şuan elimde tuttuğum bu kalem biliyor. Sevgili Bertha siz her şeyin en iyisine layıksınız. Sizi en iyi şekilde sevmeye devam edeceğimi hiçbir zaman unutmayın. 

3 Şubat 2015 Salı

DÜŞMAN DÜŞÜNCELER

Düşmanlarım var benim hemde çok tehlikeliler. 
Yakınımdalar hemde çok yakınımda. 
Düşmanlarım ne gösteriş delileri, ne karşı cinsi etkilemek için halden hale giren acınası varlıklar, ne medya algısıyla yönetilen zavallı iradesizler, ne farklı görünmek amacıyla kitap okumayı severmiş gibi davranan sinemacılar, ne konuşmak için konuşan çok bilmişler, ne birilerine özenip sessizliği severmiş gibi yapanlar hiçbiri değil bunların ...
Düşmanlarım var benim hemde çok tehlikeliler. 
Yakınımdalar hemde çok yakınımdalar. 
Düşmanlarım beynimin içinde saatli bomba gibi dolaşan düşünceler. 
Sanki en ufak bir ihmalde, en ufak bir ilgisizlikte patlayacak gibiler. 
Kendi kendimin düşmanıyım. Kendi kendime isyan ediyorum
Şunu yapmalıyım dediğim hiçbir şeyi yapamadım, şunu yapmamalıyım dediğim her şeyi yaptım.
Sanki aynı bedenin içinde iki farklı ruh taşıyor gibiyim.

3 Ocak 2015 Cumartesi

KULBE-İ AHZAN

Sonra o geçti gitti önümden
Bakamadım
Kalbim hiç bu kadar acımamıştı


Sonra durdu seslendi uzaklardan
Konuşamadım
Dilim hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı


Sonra uzaklaştı kayboldu gözlerimin önünden
Durdum
Ayaklarım hiç bu kadar aciz kalmamıştı


Sonra umutlarım göçtü gitti benden
Tutamadım
Ölüm hiç bu kadar cazip gelmemişti